medet ya el-Hakkani

 
  ANA SAYFA
  iLETiSiM
  ZiYARETCi DEFTERi
  SEYH MUHAMMED NAZIM KIBRISi'nin HAYATI
  ALTIN SiLSiLE
  SOHBETLERi
  GUNLUK DERS
  GORUNTULU SOHBET VE HUTBELER
Copyright © 2008 KOMUTAN35
Tüm Hakları Saklıdır
SOHBETLERi


Büyük Bir Kapıya Kapılanan Kimse
Hazret-i Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısi el-HAKKANİ
Hazret-i Şeyh "vecd"i anlatıyor ...
Bismillahirrahmanirrahim


Sen şükreyle ki, biz büyük bir kapıya kul olmuşuz. Başıboş değiliz. Başıboşların hepsine korku var. Hepsinde telaş var. Hepsine sıkıntı var. Lakin büyük bir kapıya kapılanan kimseye korku olamaz. Onda telaş olamaz.

Çünkü o büyük olan kimse bizden mesuldür. Bizim halimize o bakar. Ona göre Cenab-ı ´a şükürde daim ol! Ve iyi meclisleri ara!

Efendim! Kapanıp kalmayın! Toplanın! Zikir meclisleriniz şenlikli olsun! Haftadan haftaya veya 15 günde bir veyahut ta aydan aya herkes biraraya gelip toplansın! Cenab-ı ne lütuf ettiyse, koy! Korkma! Eksilmez.

Supermarkettir bu. Minimarkette var. Supermarket de var. Cenab-ı Hakk'ın marketleri çok. Bizim marketler işe yaramaz.

Efendim!! Koy! Korkma! Eksilecek diyerekten korkma! Ürkme! Üç kişi çağır! Beş kişi çağır! Beş kişi çağırdığında on kişi idare eder. On kişi çağırdığında korkma! Büyük Şeyh Efendi´ye ait sofrada aç kalkacak adam yoktur.

Hiç korkma! Rızık verici Zülcelaldir. O kimselerin rızkını senin kesene dökmüş. Sen oraya takdim et! Hiç eksilmez. Eksilmez artar. Efendim! Yalnız nimeti gözetmeye bak! Çünkü siz mükellef sınıfındansınız. Ey Mükellef olan adam! Mükellef olmayan adamın işine işini benzetme!

Gayr-i Mükellef; kendisini mükellef saymayan adamın yaptığı harekete özenme! Çünkü onlar kendilerini hiçbir şey ilen kendini mükellef tutmuyor. Onların hareketleri sana örnek olmasın! Belki senin hareketlerinin onlara örnek olsun diye gayret et!

Toplantıdan geri kalmayın! Hizmetten geri kalmayın!

Sizde hizmetten geri kalmayın uzaktan yakından gelen ihvanlarım!!! .Birkaç pirinç atıp bir çorba yapsan, o milletin önüne versen, milletin hoşuna gider. Aç insanın hoşuna gelir. Uzaktan yakından gelenler olur.

Ver! vereyim! diyor Cenabı . ; „Vermezsen vermiyorum.“ diyor. "Ben vereni severim“ diyor. “Ver! vereyim.Tutma! Tutarım Kısma! Kısarım.“diyor. İyi meclislerden uzak olma!

Bekleme; Ben seneden seneye geleyim, o vakit buluşasınız. Benim için oraya (mecliste) bir yastık koyun! Bu benim sözüm değil. Oraya bir yastık koy beni davet ettiğin vakit! Ayrı bir yer bırak!

Bana oraya ruhani olarak gelmeye izin var.
Bazı defa böyle şeyi söylemeye izin oluyor. O hangi toplantınız olursa, orada bana ait olan bir yer bırak! Muhakkak çağırdığın vakitte gelmezse o kimse onun velayet sırrı yoktur. O insan şeyh olamaz. Çağırdığı an baş ucunda bulunmazsa, o adam şeyh olamaz.
O büyük Şeyhimizin kuvvetidir. Bana emreder. Bana emir ilen beraber o izin verir. İzin verdiği vakit mağripten maşrığa kadar yetişmeye hiç mani yoktur. Bir adımlık yerdir hepsi.



EL ÖPTÜRMENİN HİKMETİ

Beni kara kuru görüp birşeye benzetemiyor millet. Boyuna millet; “Şeyh Nazım ne için elini öptürtüyor?” diyorlar. Yahu! Şeyh Nazım orada olursa, elini öptürtmez. Şeyh Nazım çoktan bitmiştir. Şeyhini bulduğu vakit Şeyhinin hüviyetinde kendini kaybetmiştir zaten. Benim elim değil diyorum. Şeyhimindir. Şeyhimizin sırrı olmazsa, bizim tarafımıza kimsenin dönüp te bakacağı yoktur. Şeyhimizde elbetteki Peygamber varisidir. Onun eli Peygamber Eli
sayılır, varis olan kimsenin eli Peygamber Elidir.

Peygambere varis oldu mu onun eli de eteği de Peygamber eli eteğidir ve ayağıdır. Ve Peygamber Essalatu Vesselam´ın eli öpülür.

Peygamberin elini erkek de öper; kadın da öper. Peygamber eli öpülmez değildir. Peygamberin eli öpülür elbette.

Varis olan kimsenin yani Evliyaullah´ında elleri öpülür. Peygamber Essalatu Vesselam´ın mübarek Yed-i Şerifleri öpüldüğü gibi Kadem-i Saadetleride öpülür. Ve başımızın üstüne koruz. Ben Peygamberi bulmuş olsam, Peygamber menetse de ben elini ayağını öperim. Yaaa!!!

Öptürmezse, ayağının bastığı yere başımı koyarım, başımın üstüne bassın diyerekten. Varis olan kimselerin; evliyaların hepsinin sıfatı da öyledir. Bunlar ümmet için fedailerdir.

Binaenaleyh; Onların elini öpmek çok birşey değildir bizim gibi adamlara. Veyahut mübarek ayaklarına düşüp ayaklarını öpmek çok birşey değildir. Onların sıfatı öyledir. Onlar tevazu sahipleri olduğu için onu istemez gibi dururlar.

Lakin onlarda kendi makamlarının kimden geldiğini bilip ve kendilerinin zaten Fenafi'r-Resul makamında olduklarından kendi vücutları kaybolmuştur. Fenafi'r-Resul makamında olduklarından onlarda Peygamberin Hakikatı zahir olur Varis oldukları için.

Peygamberin hakikatına varis olan evliyaların hepsi peygamberin sıfatında görünür. O zaman onların eli de öpülür. Ayağı da öpülür.

Peygamberimizde Aleyhissalatu Vesselam Cenab-ı Hak´ka Fenafillah´ta olduğu için, onda da Cenab-ı Hakk´ın hakikatı zahir olduğu cihet ile onun eli ayağı öpülür. Peygamber Efendimiz o anda kendisini görmez ki, orada Peygamber yok. Orada var.

Onun için onunda elinin ayağının öpülmesi o cihetle sahihtir. Ve bizim fıkıh kitablarımızda kimlerin ellerinin ayaklarının öpülebileceği belirtilmiştir.

Lakin şimdi cahiller çoğalmış.

Binaenaleyh; Şeyh Nazım´ın temsil ettiği kendi şeyhidir. Şeyh´inin temsil ettiği peygamberdir. Peygamberin temsil ettiği Cenab-ı Haktır. Onların elleri de öpülür, ayakları da öpülür.

Yahudiler sevmiyor el-ayak öpülmesini...

Öpmesinler! Kimsenin onlara birşey teklif ettiği yok. Nefsleri daha yahudi duranlar el öpmeye tenezzül etmezler. Nefsini ezip kırmadan bir kimse bir kimseye tenezzül edemez. Onların nefsleri üzerlerine binip eşek gibi koşturtuyor. Başkaldırtıyor. El öpülmesin! “El öpülmesin!” diyenin kalbinde daha yahudi sıfatı vardır. Haset, kibir ve azamet vardır. Onlar benim yanıma gelirse, elimi-ayağımı öptürtmeden onlara tarikat da vermem. Hizmet de vermem. Nereye isterlerse gitsinler!

El öptürmek şirk diyorlar. Şirk te başınızda patlasın! Küfür de tepenizde patlasın! Şimdi cahiller çoğaldı boyuna; "El niçin öptürtüyor?“ diyorlar. Ben hepinizin elini de öperim. Ayağını da öperim. Benim kendi nefsime el öpmesi için emir ederim. Hepinizin elini de öperim, ayağını da öperim. Tenezzül olmazsa, öptürmek için elini öptürmek haramdır.

Bir kimse gelmiş Beyazıd-ı Bistami hazretlerine ve demiş ki; “El alacağım”. Azamet ile el öptüren kişinin hali haraptır. Bu anlatacağım “Şeyh Nazım´ın eli niye öpülüyor?” diyen adamlara. Bana verilen talimatı söyleyeyim şimdi. Beyazıd-ı Bistami hazretlerine alim olan bir kimse gelmiş, demiş ki; “El alacağım. Tarikata girmek isterim”.

Beyazıd-ı Bistami hazretleri; "Peki! Ama bir şartımız var. Saçını sakalını tıraş edeceksin! Ondan sonra bir torba ceviz alacaksın! Meydana gidip oturacaksın! Başından kavuğunu çıkartıp oturursun. Çocukları çağırırsın! Her kim bir şaplak vurursa tepene bir ceviz iki tane vurana iki tane ceviz üç tane vurana üç tane ceviz verirsin!
Alim; “Nasıl iş bu? Sen nasıl şeyhsin? Böyle bir şeyi nasıl emredersin? Ben sakalıma hiç ustura değdirmedim. Ne demek bu?”
Bistami hazretleri; "Kabul edersen gel! Etmezsen git işine! “İstemem“ demiş adam "böyle tarikat“ Hazret; "Git işine!“ demiş.

Orada Bistami hazretleri aslında o kimsenin ikrarını isterdi. Yani demesini isterdi ki, ´Peki Efendim! Hay Hay! Nasıl emredersen.´

Hazretin o alime bu sözü söylemesinde ki maksadı onu bir yoklamak. Bakalım nefsini tezlil edebiliyor mu? Nefsini al aşağı edebiliyor mu?

Halid-i Bağdadi hazretlerine Şeyhülislam gelip tarikat almak istediğinde demiş ki hazret; “O büyük camiinin abdesthanelerindeki istinca taşlarını yıkarsın. Temizlersin. Bir kaba korsun götürürsün. O taşla taharet yaparlar. Altını temizlersin o taşla. Oraya koyarlar o taşları, o taşları alacaksın. Dicle´de yıkayacaksın. Yıkadıktan sonra ve temiz olduğuna kanaat getirdikten sonra tekrar oraya koyarsın. Senin hizmetin bu! İster beğen! İster beğenme!“

Çok yüksek nefsleri o adamların. El öpmeyecekler Şeyh Nazım´ın. Ayağımı da öpecekler; ona göre tarikat vereceğim. Değilse (El öpmezlerse) kimden isterlerse alsınlar tarikatı. Kimse tarikat veremez şimdi. Hakiki mezun yoktur Şeyh Nazım´dan başka. Varsa gelsin bana söylesin! Cevap vereyim kendisine.

Nefsini indirmeyen adamın tarikatta işi yoktur!!!.
Nefsini ezecek. Ondan sonra biz tarikat veririz. El öpmenin ayak öpmenin hükmünü bilen adamım. Şeriatı da bilen adamım. Tarikat vermeye bana izin verilmiş. Ki, bu Peygamber´den verilmiştir.

Abdülkadir Geylani hazretleri diyor ki; “Bizi gözetmek üzere ´ın tayin ettiği kimseler vardır. Onlar dokunur size. Bizimle oyun olmaz. Çünkü o büyük olan kimseler bizden mesuldür."

İstanbullulara da yetişir bu sözüm. Ankaralılara da yetişir, bütün mağrıpta maşrıktakilere de.

El-Fatiha


"Nefse Köle Olma, ALLAH'a (C.C.) Kul Ol..."
Hazret-i Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısi el-HAKKANİ
Bismillahirrahmanirrahim
Nefsin sıkılması, ruhun ferahlanması demektir. Ruh sıkıldığı zaman nefsimiz ferahlar ama, nefsimiz sıkıldığı zaman ruhlarımız ferahlar. Bizim için mühim olan nedir? Nefsin ferahlanması mı, yoksa ruhun ferahlanması mi? Nefsimizi sıkmak mı, yoksa ruhlarımızı hapsetmek mi? Hangisi bizi daha memnun edecektir, hangisi daha ziyade işimize yarayacaktır? İşte bunu düşünmek lazım. Nefsin ferahlanması, bizim bu hayatta, bu vücudumuzun türlü çeşit arzularına el atması ile mümkün olur. Nefsini ferahlatan kimse, o derecede kendisini yük altına atmış olur. Nefsin ferahlanması, ne dünyada ne de ahirette bizim işimize gelmez. Çünkü nefis muvakkad bir zaman için bizimle olacak. Bu vücudun hayatı devam ettiği müddetçe, ondan sonra kesilecek o. Lakin ruhumuzun keyiflenmesi, ruhlarımızın ferahlanması, o bizim istikbalimiz hakkındadır. Hayırlı olandır. Ruhun ferahı, dünya ve ahiret saadetimizin kaynağıdır. Nefsin ferahlanması, dünya ve ahiret felaketlerinin başlangıcıdır. Nefis neyle ferahlanır? Nefis haramla ferahlanır. Ferahlatacaksan nefsini, haram sür önüne; bak bakalım rahatlıyor mu, rahatlamıyor mu? Nefsin ferahı haramla olduğu için, haram belâ kapısını açar adama. İnsanın gerek küçük günahtan, gerek büyük günahtan irtikab ettiği – yaptığı her günah, bir belâyı üzerine çeker. Yukarıda hepsi asılıdır. Onların ipleri aşağı bizim elimize yetişmiştir. O haramlardan veya mekruhlardan, küçük günahlardan, büyük günahlardan hepsinin yukardan ipleri vardır. Hangisine sen asılıp çekersen üzerine yılan, akrep düşeceğini bil. Belâ ineceğini, taş düşeceğini, ateş düşeceğini bil. Küçük olsun büyük olsun, bu muhakkaktır. Tecrübe et, yanlışsa söyle. “Yanlıştır bu“ diye. Haramı irtikab eden adam, illâ ona karşılık başına bir belâ gelecek. Sopa yemeden bırakmaz, -u Zülcelal, haram işleyip de yanına kalan adam yoktur. Günah yapıp da yanına kalacak insan yoktur. Nefsin ferahlanması haramdır. Eh istersen haram işle. Çek başına insin. Sekizyüz menhiyat var. Sekizyüz günah haram – mekruh olan şeyler var ki, razı değildir. Sekizyüz kapıdır bunlar. Hangisini açarsan bil ki, senin üzerine bir belâ hücum edecek. Açma, yaklaşma. İşte bu mühim mesele. Amma nefsin, illâ o kapı açılsın, bunu çek diyor. Çünkü bunda bana bir lezzet var. Azıcık lezzet için çok bir belâyı başına çeken adama, akıllı demezler, akılsız derler. Nefsin ferahı haramlardır, bil. Ruhun ferahı, helâl olan şeylerdir. Cenab-ı helâl olan, tayyib olan, temiz olan şeyleri bize hazır etmişken onunla kanaat etmiyor, illâ nefis harama çekiyor. Haramdan lezzet alacak. Alçaklığından nefsin o. bildiriyor: Estaizübillah: “İnne’l-nefse emmaretün bissûi“ Nefsin işi, daima kötülüklere bizi çekmektedir. Kötülüğü yapınız diyerekten emreder. Otur ve kendini dinle. Nefsinin arzularına bir kulak ver. Ne istiyor nefsin, istediği nelerdir? O istediklerini söyleyebilecek adam var mı milletin içinde? İstediği hep melanet, hep rezalettir. Burada ’tan korkma, tenhada ’tan kork. Burada ’tan utanma. Tenhada ’tan utan. Daha mü’min olamadık. Daha ’tan korkmuyoruz. İman-İslâm dairesinden çok uzağız. Çünkü burada toplanır nefsimiz. Birbirimizden utanma var, sakınma var, korkma var. Tenha olduğumuz yerde, o nefsin başını kaldırıyor. Neye benzer o melanet. Evde kedi olur. Sahibi yanında otururken, böyle yuvarlak olup da yatıyor. Uyur o. Bir ayak sesi işitip de, bir hareket sezince, bir parça gözünü açar böyle. Bir – iki bakınır. Bakar sahibi gitti mi? Meydan bizimdir der. Hemen orda ne varsa kapıp, doğru damlara. O sıfat var bizim nefsimizde. Birisi durursa çok akıllı, uslu durur böyle. Arada sırada biraz bakar. Kimse olmadımı, o zaman var demez. Peygamber va da demez. Kimse yok, herşey benimdir der. Böyle nefistir o. Nefsin keyfinin arkasından giden adam sonunda imansız kalır. Oraya çeker bizi, Neûzübillah. Onun için nefsi sıkıya koy. Ne kadar sıkarsan korkma, ölecek diye korkma. Ölmez, yedi canlıdır o. Ruhunu sakla. Senin yanında kalıcı ruhundur. Ruhunun gönlünü hoş eyle. Onu sıkıya koyma. Nefsi istediğin kadar sıkıla, ruhun ferahlanır. İmanın, İslâm’ın aslı bundan ibarettir. Yürüyeceğimiz yol budur. Nefsinin keyfine işleme, zarar edersin. Ruhunun ferahlanması için işle. “Ticareten lentebur“, Tükenmeyen ticarete sahib olursun. Ebedi mülke sahib olursun. Ebedi saadeti bulursun. İşte o mühimdir. Bir parça – yarım saat burda – oturup demekten yorulup duruyor orada. Lakin ruhlarımız o ’ın vahdaniyetinin denizlerinin içerisinde yüzüyor. Balık suda nasıl ferahla yüzer, öyle yüzüyor ruhlarımız. Malayani oldu mu, malayani meclislerinde nefisler ferahlanır. Ruh toplanır, üzülür, yok olmak diler. Peygamberimizin ve Azze ve Celle’nin razı olduğu meclislerden, ruhlar gül gibi açılır. Ruhların gönlünü hoş et, kazanırsın. Dünyanın keyfi az bir zaman içindir. “Kul metau’d-dünya karin“ (C.C.) Cenab-ı Peygamber’e hitab ediyor: “Söyle, o kullarıma! Dünyanın keyiflerinin arkasına düşmesinler. Çünkü dünyanın keyfı az bir şeydır.“ Aman dünyanın keyfini biz çikaracağız, dünyadan keyf edelim, zevk edelim diyerek ona aldanıp sakın o zevklerin içerisine düşmesinler. Dünya zevki azdır. Dünyanın keyfı pek azdır. Hakikatan de azdır. Şimdi bizim gibi kimseleri, ahmak sayan çok kimseler var. Neden? Yaşamasını bilmeyen adamlar bunlar. Bu kadar hayat varken dışarıda, delikanlılar gelip böyle meclislerde oturup çürüyorlar, derler bize. Onlar kendilerini hiçbir mania karşılarında görmeksizin, serbest olaraktan; her arzularını yerine getirip bu dünyadan kâm almak, bu dünyadan keyf almak, zevk almak için kendilerini koyuverirler. İlk gençlik çağında böyle bir iştah oluyor. Aç insanın sofraya hücum edişi gibi, ilk gençliğin heyecanı ile, o dünyanın şehvetlerinin hepsini birden biz yutalım diyerek, hücum eder gençlik çağında. Peki; o aç olan kimse, önündeki sofraya kendisine dur diyecek kimse bulunmadan, hücum etsin bakalım; yesin, yesin, yesin. Hudutsuz yesin ne olacak? Nihayet kendi kendine bırakacak. Nihayet; ye yahu bakalım, bir lokma ağzıma koyacak yer kalmadı diyecek. Lezzet alacak hassa kalmadı, bitti. O dünyanın lezzetlerini doyumluk hesab edip arkasına düşen kimse, çok geçmeden kendisini bu dünyanın şehvetlerinin esiri bulacaktır, Boyuna o nefsin arzusunu tatmin etmek için, oraya koşturacak, buraya koşturacak. Bunu yapacak, şunu edecek, gecesi yok gündüzü yok, öyle müthiş bir esarete mahkum edecek ki; artık ihtiyarı elinden gider. İradesi elinden gider. Bir makina adam gibi, onun íçerisinde dolaşıp durmaya başlar. Lezzet de alamaz. Yapmadan da duramaz. Esir etti kendisini. Aldığı lezzet yoktur onun artık. Haram hududunu tanımayan adamın, harama hücum ettiği vakit alacağı lezzet; helâl ile iktifa eden bir kimsenin helalden alacağI lezzetub yanında hiç kalır. Hiç lezzeti yoktur artık. Ağzının tadı kalmadı, bitti. Lezzet alamaz. İlk olarak, onları öyle cezalandırır. Şeytan, bize süsler haramı. Biz de dalalım o denize, biz de öyle kalalım. Helalden lezzet almayalım. Tad helaldedir. Tatsızlık, zevksizlik haramdadır. Haramın arkasında koşturan adamlarda lezzet kalmadı, lezzet alamaz. Lakin, yapmadan da duramaz. İşte belâyı satın aldı o. Boynuna taktı. Haramı işlemeden haramı yemeden, haramı yapmadan rahatı yok onun. Boyuna çalıştırıyor ama lezzet almak için değil, onu esir aldığı için. Artık lezzet babı kapandı. Haramı tanımayan kimselere ’ın vereceği ilk ceza, onlardan lezzet almayı kaldırıyor. Onun için onlar hakkında “Metau’d-dünya karin.“ Çok az bir şey mukabilinde esir ettirir kendisini. Helal ile iktifa eden kimse, helalden lezzet alır, zevk alır. Şeytan’ın uğraştığı, bizi harama mahkum edebilmek. Şeytanın sendeki yardakçısı, nefsindir. Nefiste ona içerden el verdi mi; ikisi beraber olup seni haramın bataklığına atar. Her defa ondan kurtulmak dilerse o kimse, çırpındıkça daha da batar, çıkması yok. Onun için, hiç zahirdekine göre bakıp ta hüküm verme. Hayatı yaşıyor zannetme. Sor bir tanesine bakalım, hayatından memnun mu? Birkaç ay evvel bir kimse gördüm. Hayatından memnun musun diye bana sual ediyor. -u Zülcelal Hazretlerinden memnun olmaz olur mu insan. İnsan olup da Rabbinden memnun olmayan var mı? Sen nasılsın? Halbuki kendisi milyoner adam. Evine girerken utanıyorum, oraya ayak basmaya, evine. Onun evinde gördüğüm; öyle şeyleri evinde mobilya diye tutmaz o, en birinci akla hayale gelmeyen mobilyalar gördüm içerisinde. Otururken bir o yana bakıyor, bir bu yana bakıyor, milyonluk adam. Ben de hava alayım diye dışarıda oturdum. Ne bileyim, birisi nişan alacak diye korkunun içerisinde. Ta kalkıncaya kadar, bu tarafa o tarafa elektrikler yaktırdı, gündüz gibi. Gene de arada – sırada bir dikkatle bu tarafa, o tarafa bakıyor. Hayatından memnun mu? Nerede memnun olacak, memnun olmaya imkân var mı? Herşey elinde olduğu halde, ; herşeyi yapabilecek iktidarı, malı kuvveti vermiş olduğu halde, o hayattan memnun olacak itminanı kalbinden alıvermiş koşuyor. Kadınlar tıkır tıkır koşar, delikanlılar böyle böyle koşturur, ne aradığını bilir, ne aradığını bulup da tamin olur. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha koştururlar. Ne bulacaklar? Akşama kadar dolaşıp ne buldun, tatmin oldun mu? Yok, boş yatar. Gece yatıp sabahleyin kalktığı vakitte, gece yattığına pişman olur. Harama bir defa mahkum etti mi, o insanın hayatından hoşnudluğu kalkar, rahat ve huzuru biter. Sen oraya bakma, şeytanın süslenmesine bakma: Yüzüne bir parça boya şekeri sürülmüş, ağzına aldığında bir parça lezzet aldırır, yutuğu vakit te içerisini berbat eder. Haram budur. Nefsin istediği de budur. Bu üstündeki bir parça şeyi yalasın diyerek o kadar belâyı satın alır, o nefis. Nefse köle olma, ’a kul ol. ’a kul olmaktır, bizim şerefimiz. O’nun üstünde şeref de arama. Sen ’a kul olduysan en büyük şerefi ihdas ettin demektir. Başka bir şey arama, ’a kul olmaya, her lahzanın içinde “Lebbeyk Ya Rabbi.“ “Senin kulun Ya Rabbi!“ diyebil. “Buyur Ya Rabbi!“ diyen kula, Rabbisi “Lebbeyk ya abdi!“ “Buyur ey kulum“ der. Amma sende her defasında Rabbine, Buyur Ya Rabbi! Ferman senindir. Bu memleket senindir. Bu memlekette senin hükmün geçer. Başkasının geçmez, dedirttebiliyor musun, kendi nefsine? Erkek odur. Ricalullah odur. O kimseye ; “Buyur ey kulum, ne istersen sen emret, o olsun“ der. İnsanın şerefi büyüktür. Şerefimizi harab eden, nefsimize büyük demekliğimizdir. Mademki nefsine; “Buyur ey nefsim, sen ne istersen onu yapayım“ dersen, işte şerefinden insanı düşüren o sıfattır. Yoksa -u Zülcelal’e söylese, “Buyur Ya Rabbi! Neyi emredersin? Emr-u fermanın baş üstünedir.“ Her lahzada, her nefeste, her harekette diyebildiğinde “Ey kulum! Sende mutasın. Bana muti olan kainatta mutâ olur. Bana her emrinde itaat sahibi olan bütün kevn-u mekan içerisinde emri tutulan zattır.“ O torba giyen zata da seslendik böylece, - Karaca Ahmet’e – Orda yatıp durma, bu kadar fakirfukarayız biz, bizede bir nazar et. Torbayı oraya astırıp, seyrettiriyorsun. Torbayı giyecek sıfat yok. ’ın inayetinden bize ümmet cübbelerini giydir, giydireceksen. Onu oraya, karşımıza asıp durdurtma. -u Zülcelal bizi kulluk şerefi ile müşerref kılsın. Hazreti Ali Efendimiz öyle söylemiş: “Kefâ bi izzen enteküne leke abden. Kefâ bi şerefen enteküne bi Rabben“ “Benim için izzet yeter; sana kul olmaklığım Ya Rabbi. En büyük şeref, senin benim Rabbım olmaklığındır.“ Aranacak hislenecek mesele bu. İzzet ve şeref onda. Benim için izzet yeter, sana kul olmak. Sana kulluk yapabilmek, sana kul olmak benim izzetimdir. Şerefim de senin benim Rabbim olmaklığındır ya Rabbi! Diyor. Bununla bütün şereflerin ve izzetin gayesini bildiriyor, Hz. Ali Efendimiz. O Babu’l-Ulûm olan zat. İlim şehrinin kapısı olan Hz. Ali Efendimiz, hülâsa olarak bunu söylüyor bize. Bunu bil, bu şerefle şereflen, bu izzetle izzetlen. Kainatta senin ismin söylensin, bütün mülk ve melekûtta. O vakit, Cenab-ı ’ın mülk ve melekütunda senin ismin zikrolunur. bizi o makamlara doğru yürütsün.
El-Fatiha




EDEB YA HU
"Sümbüllü Dergah"
Hazret-i Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısi el-HAKKANİ
Hazret-i Şeyh yeni bir müridi kabul ediyor...
Bismillahirrahmanirrahim

Her kim Şeriata kendini uydurmak islerse, Tarikat yolunu gözetecektir ki Şeriatı tutabilsin. Şeriat; ilimdir. Tarikat; ameldir. Birbirinden ayrılması yok, tatbikatı vardır. Tarikat mana olarak "yol" dur. İstılahta manası; 'a giden yol demektir. Öyleyse 'a gidecek, 'a kavuşmak isteyen, 'ı bulmak isteyen insan, 'ı Onu razı ettiği halde bulmak isteyen kimse Tarikat edebine dikkat edecektir. Tarikat üzere talim gösteren makam, Lefke'deki dergahımızdır. Buraya bazı zatlar; "Sümbüllü Dergah" derler. Burada Tarikat edep, usul ve istilah gösterilir. Tabi bu acemi efradın ilk talim gördüğü yere benzer. Kapılar açıktır, nasibi olan kimseler gelir. Buraya kîm gönderilirse, ihtiyacı olan, iyi olmak ve daha iyi olmak isteyen gelir. Hasta iyi olmak İçin, deli akıllanmak için, cahil öğrenmek için, şaşkın doğrulmak için, eğri düzelmek için, kafir gelir imana gelmek için, asi gelir tövbe etmek için, şaşkın gelir doğrulmak için, günahkar gelir 'ın mağfiretine ermek için, mümin gelir 'ın mağfiretine ermek için, taat ehli gelir 'ın cennetini bulmak için, Cemalullahı isteyen gelir, ilahi visale ermek için herkes gelebilir. Burası merkezdir. Bütün milletler İçindir. Bu kapıdan kimse geri çevrilmez. Ancak nasipsiz olan kimse gelmez.
Mevlana Celaleddin-i Rumi;
"Kafir de olsan gel, mecusi de olsan gel, günahkar da olsan gel" diyor.
Uzak durma bu kapı geniş bir kapıdır. Kişileri temize çıkartmak için ve 'ın huzurunda lüzum eden edepleri öğrenmek için bir makamdır. Kim islerse gelebilir. Buraya geldikten sonra buradan çıkan adam doluysa boş gider. Boş gelirse dolu gider. Buraya kendi bildiğinden başka bir şey kabul etmeden gelen adam dolu gider, çünkü buradan bir şey alamaz. Dolu ibriğe su konmaz. Dolu gelen yine geldiği gibi gidecek. Burası talim merkezidir. Buraya gelenleri azar azar tarikat usulüne göre terbiye etmek vardır. Buraya seyirci gelen kimse seyreder, alabildiğini alır çıkar gider. Yok eğer bu yolda daimi olmak isteyen kimseye, şeyhliği kabul eden adama talimat başkadır. Şeyhliği kabul ettin mi riayet edeceksin:
Bu makamda Şeyh Efendi var, söz onundur, emir onundur ve onun iradesi burada yürür
Bu ilk öğrenilecek meseledir. O zaman şeyh Efendi yirmidört saat hangi makama giderse o kimseyi de beraber alır, değilse olduğu yerde kalır. Tarikat edebini ve terbiyesini öğrenecek kimsenin ilk bileceği mesele; Şeyhinin emrinin dışına çıkmamaya gayret elsin, çıkarsa sopa yer. Sopa hayvan içindir. Kendini hayvan yerine koydurma insan dur, ne azar işit ne sopa ye. Şeyh Şerafettin hazretleri, Sultanımız Abdullah Dağıstani hazretlerine;
"Abdullah Efendi bu kadar senedir sana dikkat ediyorum bir defa kendine yaramaz dedirtmedin" demiş.
Bu kadar edebi güzel, hizmete hazır bir kimseydi. Yaramaz dedirtti mi kendini aşağı düşürür. Buraya gelen giden kimselerin kendilerini idare etmeleri lazımdır. Bir gün Büyük Şeyh Elendi hazretlerinin sohbetinde bana;
"Yirmidört saat zarfında, İhvanlardan bir kimse yirmidört türlü zıt üzerine geldiği halde halen fiilen bir gazap, bir öfke izhar
ederse o kimse Tarikatın dışında kalır." dedi.
Senin darılman başka, izin verilen insanın darılması başka, izin verilmeyen adamın öfkesi başkadır. Tahammül edememesi, beğenmemesi, hoşlanmaması,zil bir iş gördüğünde yirmidört saat tahammüle dayanamayan adam Tarikatın dışında kalır. İhvan bir kimse ihvanlardan gelecek yirmidört çeşit zıtta karşı tahammül edecek, halinin değiştiğini, Öfkelendiğini, bozulduğunu, darıldığı-nı, gücendiğini, küstüğünü göstertmeyecek. Bir ihvan bir ihvana üç gün küsse, küsmesi üç gün devam etse kırk gün şeytanın temellütü altına yani eline girer. O zaman o kırk gün İçerisinde dünyadan gitse, şeytanın hükmü altında kalıp,
imansız gider, ö onun imanını çalar. Bir kimse kemal makamında olursa, yani yetişir, olgun bir hale gelirse o zaman ona izin verilir, İzin verilmediği takdirde ta çilesi doluncaya kadar onun etrafındaki kimselerden gelen hareketlere karşı tahammül göstermesi mecburidir. Kendinin noksaniyetlerini tamamlar, hangi tarafı zayıftır diye yoklar ve Şeyh onu takviye eder. Onun İçin Tarikat usulü kolay yol değildir. Eğer adam olmak istersen kendi adetlerimizi, alışageldiğimiz halleri bırakacağız. Eğer adam olmak islemezsen, gene nefsinin eşeği olacaksan o zaman ne istersen yap. Burada olur, gelen gidenle kavga el dövüş, sövüş hiç korkma nefsinin eşeğisin. Yok eğer nefsine bineceksen, süvari olacaksan, o zaman çilen dolacak ki adam olacaksın;
- "Şöyle derim, böyle yaparım..." demek çok kolaydır.
Dışarıdakilerin hepsi Öyle yapar. Dışarıdaki adamla bizim yanımızdakilerin ne farkı var? Dışarıdaki senden daha sabırlı olursa buradaki adamın ne kıymeti var? Dışarıdaki adam kadar sabredemezsen Tarikatta o adamın işi
nedir? Burası nefsani ahlakları bitirecek tedavi merkezidir. Nefsani ahlakların içerisinde en kötü olanı nedir? Nefsinin bir türlü bırakmak istemediği
-"Ben en iyisi olayım, ben en yükseğiyim, bir numarayım, ben yakar yıkarım, hepsinden ileriyim..." demesidir.
Beyazıt-ı Bestami hazretlerine bir alim gelmiş;
- Ya Şeyh, intisap etmek isterim, Tarikat alayım bana usul bildir!
Bunun üzerine Beyazıt-ı Bestami hazretleri;
- Git saçını sakalını sıfır traş et, ondan sonra bir torba ceviz al, hisarın dışında çocukların cirit oynadığı bir meydan var, oraya gideceksin, o bir torba cevizi de yanına koyacaksın çocukları yanı*na çağıracaksın başını açıp "Bir şaplak vurana bir ceviz, iki şaplak vurana iki ceviz, üç şaplak vurana üç ceviz"
- Ya Şeyh bu nasıl iş, bu nasıl Tarikattır? Böyle Tarikat mı olur? Böyle Tarikat olduktan sonra ben girmem.
- Girmezsen buyur başka tarafa git daha başkasını sana söylerler.
Halid-i Bağdadi hazretlerine şeyhülislam gelmiş ve demiş ki;
- Tarikata gireceğim, intisap edeceğim
- Kabul ettim seni, cemi'ül kebirin abdesthanelerindeki istinca taşlarını Dicle nehrinde yıkayacaksın, temizleyeceksin, getireceksin. Abdesthaneye gelen insanlar taharet ederken temiz taşlar bulacaklar. Pis taşları götürüp temizlersin, temizleri getirirsin.
- Peki baş üstüne, başka?
- Başka yok, senin işin bu.
İnsanın nefsi çok yüksekte durur. (Haşa) 'ı da geçmek ister. Sen bildiğinle mağrur olursun. Senin bildiğinin bir fazlasını şeytan bilir. Bildikleriyle mağrur olanların hepsini aşağı indi*riverdi.
- Amel nedir?
Ameline mağrur olacak olursan şeytanın yerde ve gökte secde etmediği bir karış yer yok. Öyleyken mağrur oldu, gitti.
Halid-i Bağdadi Hazretleri Şeyhülislamı mağrur ol*maktan, gururdan kurtarmak için birdenbire onun seviyesini indi*rip;
- Git, böyle temizlik yap, dedi.
- Peki, dedi.
Nefsini o derecede bitirdiği vakit, bir gün sabah namazından sonra Şeyh Efendinin dizinin dibinde oturmuş;
- Gözünü yum. Gözünü yumdu;
- Aç! dedi ve kendisini Kabe-i Muazzamada oturuyor buldu. Bağdattan Beytullah kırk günlük yol.
Diğer alim:
- Saçı sakalı niçin traş edeyim ki? Çocuklar ceviz vermeden de vuracak, ceviz bulduktan sonra epey şaplak yiyeceğim!
Onun için insanların çoğu bu gurur içerisinde olur. Tarikat bu gururu düşürtmek ve nefsini indirip bitirmek ister. Nefisle beraber Tarikat yürümez.
- Şeyh ne lazım bana!
dersen sana şeyhlik yapacak şeytandır, nefistir. Buna dikkat edilmesi gerekir. Kendi iradeni bitirmeye bak, şeyhin iradesi vardır. Bu dergah'ta 'a giden yolun başı olarak nefsini sıfırlayacaksın. Çünkü seni nefsinle kabul etmez. 'ın huzuruna nefsinle gidemezsin.
- Bırak o küstah ve asi nefsini...
- Nasıl geleyim?
- Ya Eba Yezid, "utrub nefse ve taal" Nefsini bırak, bana gel, nefsinle gelme bunu istemiyorum.
Tarikat meselesi nefsi sıfırlamak içindir. Nefis pisliği ile hu*zura giremezsin, bitireceksin. Ona göre dikkat edin. Çünkü vakitler yakındır. Bu hafiften talimatımız birazdan ciddi talimata döner ve size halvet ve riyazat emir olunur. Lakin halvet ve riyazatı daha önceki emirleri tutamayan adama veremeyiz. Halvete girmeyen adam da yol kesemez. Halvete girdi mi roketin içine bindi demektir, çıkacaktır, melekuta yol verilecektir. Bakılır; talimat dinlediği yok, bu iş için yaramaz diye rapor verdi mi rokete bindirmezler. Rokete binecek adam kaç türlü imtihandan geçer. Melekuta gidecek adamın da kendi Şeyhinden itibaren bütün şeyhlerin imzası lazım. Büyük Şeyh Efendi hazretlerinden sonra Efendimizin (a.s.) imzası la*zımdır. Büyük Şeyh Efendi hazretleri:
"Her gün şikayet istemem, şikayet mevzunu bırakın, birbirinizle gül ile bülbülün muhabbeti gibi muhabbetle geçineceksiniz, değilse Kaf dağının arkasına atarım, bu yeri bir daha göremezsiniz. Başka zatın emrine attığım vakit, onların terbiyesinde be*nim gibi müsamaha yoktur, 'Bu yaramazı sen yarar hale getir' de*yip gönderdiğimiz vakitte o insanın orada çekeceği vardır"
Onun için mümkün mertebe dikkatli olalım da meşayıhın hu*zurunda yüz aklığıyla bulunalım ve oraya varalım.
El-Fatiha

EVLİYALARIN GÜCÜ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
İnanmayan kimsenin yalnız kafası çalışır, inandığı vakit*te, kafaya kalp takviye eder. nurlarını artırır. Bir zaman gelecek ve teknolojiye ihtiyaç kalmayacaktır. Adem (a.s.) yeryüzüne indirildiğinde, onun yeryüzünde dolaşması öyleydi ki adımını attığında ufka ayağını basardı. Ayağını bastığı yerde şehir oluştu. Nerede namaz kıldıysa orada mescid oldu. Bu, en azından o zamanki müminlere olacak olan keramettir. Adımını meddül basardı, yani gözünün yetiştiği yere kadar basmak. Ondan ilerisi tay sahiplerinindir. İstediği anda maşrıkta olabilir. Gözünü yumup açtığı anda Tokyo'yu mu istiyor, Tokyo'dadır, Amerika'yı mı istiyor Amerika'dadır, şimal kutbunu isterse oradadır. Hiçbir engel yoktur.

Keramet babından olanlara yedi yerde ruhani kuvvetiyle görünmesine salahiyyet vardır. Aynı anda yedi mecliste aynen bulunabilir. Yedinin üzerinde yetmiş yerde bulunacak olan da vardır. Yedi yüz yerde bulunacaklar olduğu gibi yedi bin yerde bulunabilenler de vardır. Yetmiş bin yerde ve daha üzerinde yedi yüz bin yerde aynı anda kendi ruhani kuvvetiyle cismani hayat ile görünebilecek kimseler de bulunur. İnsan acayiptir. İnsan Cenab-ı Hakk'ın halifesi olarak yaratıldığı için onun küçük görülmemesi gerekir. İnsana giydirilen rütbe hakikaten büyüktür. Bizim cirim olarak yani bu alemde tuttuğumuz hacim itibariyle hiç önemimiz yoktur. Lakin insanın taşıdığı mana ile önemi, kainattan büyüktür. Onun için inanmakla fayda vardır. İnandığınız derecede size kuvvet verilir. Bilgisayarlar verilen bilgiyi zaptediyor. Evliyaullah'ın verdiği elbette ki bilgisayardan çok kuvvetlidir. Binaenaleyh, bir kimseyi bir defa gördüğünde içeriye almaktadır, bitmiştir. İçeride mevcuttur, kaydı vardır.
El-Fatiha

medet ya Şah Sultan

 
 

 
 
   
Bugün 2 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol